küçücük
toz zerreleri uçuşur
telleri fark etmeyip
çarpan kelebekten
kanatlarından
yontulu mermerler düşüyor
isimsiz yıkılmalara ad
çakılıyor her biri
duyuyor bir bir tenim
bağırmalara
acı çığlıklara tanık oluyor gözlerim
?toz? diye bağırıyorum
kelebeğin fosforlu sırrı onlar
çığlıklar yükseliyor
?çekin şunu tepemizden?
kanatlarını çırpıyor kelebek
ağır çekim bir film
güm güm
altındaki telaşa
o da telaşlanıyor
ses ve panik helezonları
ritmini bozuyor kanatlarının
kanat uçlarından
bedenine yayılıyor acı
ortalık fosfor tozu
sırrı üç günlük özgür
kanatlarının
yayılıyor yere göğe
yayılıyor dibe derine
her ne ki ?var?
toza boğuluyor
kelebek tele dolanıyor
bileklerini kesen tele
parmağını boğan
bedeninin en mahrem
en ince yerlerine
ustaca konuşlandırılan
tele dolanıyor
tel yanıyor
toz yanıyor
sır yanıyor
bir ince et kokusu
genizlerde
can yanıyor
bir el kocaman
çıkıp yüreğinin en dokunulmaz
en sırça köşesinden
çekip çıkarıveriyor
?an? bahçesine
?an? bahçesine
külü yağıyor
yaşanamamış öpüşlerin
kavruk dudak derilerinin
külü yağıyor
okşanamamış
bir bebek saçının her telinin
külü yağıyor
hiç yaşanamamış aşkların
koparılmış sayfalarının,
bir bir takılıyorlar
?an? bahçesinin
gül dikenlerine
kitaplar
kalını incesi
cildi dağılmışı yırtılmışı
yakılmışı
derlenmişi toplanmışı
sonra senin verdiğin
okunmamış
okunamadan yırtılmış olanı
cilt kapağı tutkala yenilip
alıveriyor eski halini
kapağın üzerinde
kara el izleri
hani bir de açmasan içini
sanki yepyeni
tavşan(ım)
hani o ilk ölen
kedinin kulaklarından tutup
sürükleye sürükleye
götürmeye çalıştığı
siyah olanı
kulaklarının dibindeydi yarası
can mı dayanırdı o yaraya
yürek yanmaz mıydı
banyoya bulanan
al kızıl kana
tamponlar sargılar
ve sabaha kadar
acı öpüşler
can çekişler
tavşan(ımın)
kaskatı bedenine doğan
günün ilk güneşi
kitabını koydum yerine
hepsi birden
nişan almış
birer namlu keskinliğiyle
gözlüyorlardı odayı
kayıtçı birer
sorguç gözlem kararlılığı
beni-seni
olmadığın geceleri
gündüzleri
sevgiye ayarlı
dizeler geçiyor gözlerimden
acı ağdaları
dokunana bulaşan
bulaştıkça
bulaştığı yerden
cılız tüyler yerine
can-teni koparmanın
ağır sancısı
sevgiye ayarlı sözler
kimden
herkes olmamak adına
türetilen
söz dize oyunları
farklı olma savaşı
o olmamak adına
yatak odalarında
marka yerine ödenen
?sözlük sevgileri?
hanede viranede
?dost? ateşi yerine
puşt çıkarı besleniyor
ha bire
bir şeyler eksiliyor ?çok? tan
?yok?
içine alıyor
her ne ?var?sa
?yok? ta
çoğalmak ne güzel
?çok?ta
?yok? olmanın
adıyla
ya sende eksilmem
işte bu acıtıyor her yanımı
sende ?sen? olmanın tadıyla
?yok? olmuşken
ne alakası var
?eşek masalları?na bulaşmanın
taşınamaz yüklere talip olmanın
telaşı
banyodan kanalizasyona karışan
aşksız ?yok? oluşların
kirli suyunu
tavşan(ım)ın
al kızıl kanına karıştırmama
telaşı
ne zaman öğrenilir
gözle, yürekle
tenle konuşmak
bu karanlık oda
düğmesine dokunmadan
ne zaman aydınlanır
-?sen? den bana eklenen
bir şeyler
dönenir içimde-
içimde bir yerlerde
hiç dinmeyen
hoyratlık
kendime benzetilmeklerimde
çalınıp-çırpılıp götürülen
bir şeyler akıyor
parmaklarımdan
oysa
dudaklarda kalan
bir tatlı dem sade
dost aleviyle yandıkça
coşan
konuştukça ibadet mevsimi
yaratan
tenimizin en yalın sözcükleri
-aşkın terleri-
ki
ateşten potasında
can-kuşum
susmasın diye
direniyorum
yüreğimin her deminde
incelen söz pınarından
alıp can-acımı
yaslanıyorsam
düşlerinin zirvesindeki
ıssız gül bahçesine
güneş çiçekleri
her yanı
kasımpatılarıyla bezesin
ve söğüt dallarında
iğde kokuları
ve kayısılar kızılcıklar
zamanın her köşesinde
çocuk gülüşlerine dönsün
adı
sevi-cem olsun
doğacak çocuğun
diyorsam
bil ki bir nedeni var
çünkü
can tenine
emekle dokunuşla
nakışlanırsa sevgi
tüm çocuklar
karanlıklar içinden
gülücüklerle açarlar
ki umutla bezenir
yüreğimizin düşleri
işte o zaman
fıkır fıkır bir dost yüreğiyle
tenini aşar düşlerim
ve
hoyrat bir aşk yumağından
alır götürür
beni dokuyan sıcaklığına
ya nasıl anlatılır
konmamış isimler çocuklara
can-acısı nasıl anlatılır
oysa acıyı
ten dilinden tanımak
ne güzel
ne güzel şey
güneşe varana kadar
yüzümüzü
dost ışığıyla yıkamak
isimsiz bardaklardan
yürek atımlarını içmek
ne güzel
ne güzel şey
tende
bir damla terle
bütüne karılmak
tariflere
imgelere isimlere
sığamamak
ne güzel
ne güzel şey
sıcaklığının
nakış nakış ?ben?i dokuması
tamamlaması
acı öpüşler
kemiriyor bedenimi
elleriyle
korkuları kadar
kara yürekler
dolaşıyor çevremde
can-adlarına
başka adlar arayanlar
çımacı kamaralarında
korkak çocuklar doğuruyorlar
ha bire
ekşimiş
ter kokuları sızıyor
tenlerden
sokaklara
gözlerinin çevresinde
siyah girdaplar
insan gülüşlü cellatların
her girdabın içinde
çırılçıplak
terkedilmiş
çocuk çığlıkları
hoyrat bir çağlayan gibi
akmalı yürekler
isimsiz çocuklar
yürek gürültünü duymalı
gelecekse aşk
bakışların gibi gelmeli
acı fırtınalara
yürek açılsa da
ürkek öpüşler acıtmamalı
canları
her öpüş
koyu bir irin boşaltmamalı
yüreklerden
tenlere takılan isimler
geri verilmeli sahiplerine
odaya çöken ağır karanlık
ve yolunu kaybetmiş
bir kelebeğin
duvara vuran
cilveli gölgesi
ne zaman aydınlanır
düğmesine dokunmadan
bu karanlık oda
göz teni görmüyor odada
ardından
bir savaş
korku
tavşan(ım)ın kanı akıyor
güneşsiz duvarlardan
pelte pelte üzerime devriliyor
karanlık
kitaplardan
bir gürültü yükseliyor
ıslak güneşsiz duvarlara çarpıp
vıcık vıcık bir telaş kaplıyor her yanı
gelme vaktin
akıp gidiyor hızla
bir kalkabilsem yerimden
kapıya bir uzanabilsem
ten ışığınla dolsa içerisi
kapının ardında ?sen? varsın
yokluğunda
can-kuşların
can verdiler
birer birer
ne kelebek tozunu
ne de tavşanın
boyun yarasını gördüler
seni sordular
acılarına
kızılay bulvarı?nda
kordonboyu? nda
kömür tozlu sokaklarda
altıparmak?ta
beyoğlu caddelerinde
istiklal?de
okulumun hemen alt sokağında
yürüyorsun
kucağında kitapların
yanı başında
solgun bir ten-verici silueti
isimler uçuşuyor kaldırımlarda
isimsiz bir ten-satıcı takılıyor peşine
ten-alıcılar dudak ıslatıyor
ürkek adımlı telaşına
dibine kadar sokulan tinerciye
dirsek vuruyor ten-alıcı
kaçıyorsun
belli etmeden kıvrak telaşlı
çiçek pasajı?nda buluyorsun kendini
entel() masalarının arasından
balçık çamuruna batmış
siyatikli bir hasta gibi süzülüyorsun
deymeyin
çıkış kapısı nerede
sakallı bir entel()
dudak titretiyor
permalı
sakallının piposuna
takla attırıyor parmaklarında
?her köye bir piyano??
sakallı
bira bardağını masaya vuruyor
karides tıkıştırıyor ağzına
konuştukça masaya yağıyor
karidesin yutulamamışları
?köy muhtarları
aydın olacak kardeşim??
?işin ne
köyü cazip hale getirecen
şehre kaçırmayacan milleti??
?koçum? doldur şu bardağı
hadi aslanım?.?
Kemerini bir delik gevşetiyor
?ver şu pipomu kız??
yakmaya çalışıyor
? bir de o oyunu?
taşraya taşımalı
köylere??
kafasını kaldırıyor
masaların arasında
akordeon çalan kadını arıyor
?huu madam
bitmedi mi oradaki fasıl
heey kemancı
kardeş sen bari uzanıver buraya?
kemanı ve ezberiyle
kendinden emin
ilişiveriyor masanın köşesine
başını sallayarak
ağdalı yorum dizeleriyle
kemanın en üst perde gıcırtısına
eşlik ediyor masa
arada beleşçi yan masaya
bahşiş verirler mi kaygısıyla
göz atıp gülücük dağıtıyor kemancı
coştukça coşuyor masa
bir de yan masa
permalı
çaktırmadan
pedini düzeltmeye çalışıyor
garson
keman çubuğundan sakınıyor
iki at kuyruğu kılı
keman çubuğundan
kurtulmaya çalışıyor
sakallının
elini hissediyorsun kolunda
?bacım dikilme öyle
otur şuraya?
duyamadığın
bir mırıldanma dökülüyor
dudaklarından
kapıyı arıyorsun
hızla süzülüyorsun
masa aralarından
insanlar birbirine sürtünüyor
bazen balerin gibi
parmaklarının üzerine yükselerek
ilerliyorsun deymemek için
turistler
boyunlarında pasaport para
çantaları
ellerinde kocaman bardaklar
akordeoncu teyze aralarında
halay çekiyorlar
bardakları sallandıkça
üzerlerine yere bira yağıyor
terden biradan koltuklarındaki
bacaklarındaki sarı tüyler
tenlerine yapışmış
bir ağızdan
sözsüz bağırmalarla
akordeoncuya eşlik ediyorlar
balık pazarındaki satıcıların
sesi geliyor derinden
o tarafa yürüyorsun
çıkışa
bardaklar boşalıyor
köşede bir tartışma
yolunu şaşırmış bir şarapçı
göz göze gelmeye çalışan
iki aşık
takım elbiseli kravatlı
gül satıcısı
kavanozlu cevizci
kaytan bıyıklı tombalacı
çaktırmadan
parmağındakini
masanın altına süren
kadın
elini masaya vurarak
ağlayan adamı
dinliyor görünen
bir çocuk
?annen
annen hiç duymadı beni
evlat?
hızla boşalıyor bardaklar
hepsini sen içiyorsun sanki
boş bir masa
tam oturacakken
kapıyı görüyorsun
hızla atılıyorsun
ayakta vakur birasını yudumlayan
askılı pantolonlu adama çarpıyorsun
bardak düşüyor elinden
kabahat yapmışlığın telaşıyla
eğilip kırık camları topluyorsunuz yerden
cam parçalarını
boş masaya koyuyorsunuz
adam sana
teselli sözcükleriyle mırıldanıyor
?yazarım ben
öğlesine uğramıştım buraya
sıkma canını?
diğer elinle
kucağındaki kitapları
düşürmemeye çalışıyorsun
yazarın her eğilip kalkışında
bakışlarının tenine değdiğini
tenine yazılar yazdığını hissediyorsun
bir alev sıcaklık sızıyor bedenine
elinin tersiyle ağzını silerken
parmağıyla gözlüğünü düzeltiyor
mırıldanıyor
gözlerinde canlı tutmaya çalıştığı
feriyle
?tesadüf değil bu
sen geldin
hani kanatların??
?ne kanatları
onlar can-kuşlarımla gitti?
diyorsun içinden
kucağındaki kitaplara uzanıyor
?benim-
baksana benim kitabım bu?
gözleri
gözlüğünden çıkacak dışarı
?tesadüf değil dedim sana
kitabım ve sen??
şaşkın izliyorsun yazarı
kitapla birlikte
elini tutuyor
cam kırıklarını toplarken
tenini yaktığı
bakışları hissediyorsun ellerinde
ritmik bir telaş yazarda
zaman kazanmaya çalışıyor
gözlüğünü çıkarıyor
pipo gibi ağzına götürüyor
gözlük dudaklarında
gömlek cebinden kalem çıkarıyor
gözlük kalem kitap
ve elin
bir şeyler söylüyor
işitiyor ama duyamıyorsun
elini dirseğine götürüyor
?haydi çıkalım buradan?
?haydi? ne
nereye
bir tek ?can?
?haydi? derdi oysa
?ne kelebeğin kanat tozlarını
ne tavşanın ense yarasını
ne de can-kuşların
toplu ölümünü
yaşamadın sen?
can?ım neredesin?
üzerine devriliyor arkandaki uğultu
akortsuz keman gıcırtıları
köşede kavga sesleri
tıkıyor kulaklarını
?yenikapı?ya gidelim
güzel bir balık lokantası var
arkadaşların?
gözlüğünü takıyor
kalemi cebine sokuşturup
kolunu çekiştiriyor
?istersen
sarıyer?de rasim usta var
sanatçı dostlar gelir oraya
kalacak yerin yoksa
kurtuluşta evim var
eve çıkarız
dur ya adın ne senin?
çiğ bir tebessümle bakıyorsun
?benim adım?
doğru ya
bir adım olmalı benim
ama ne o ?ad? ben?im
ne de ben o ten?im?
diyorsun içinden
?bırak gideyim? diyorsun
sesin titriyor
boğazın acıyor
üşüyorsun
herkes sana bakıyor
bira bardakları üzerine boşalıyor
başın dönüyor
kararlı bir sesle
?gitmem gerek? diyorsun
yazarın ellerini
ayırıyorsun kolundan
hızla çıkıyorsun oradan
arkandan çaresiz bir hamle
?kalsaydın?
hiç olmazsa
döktüğün biramı ısmarlardın?
alışılmış sövmeler
oynatıyor dudaklarını
kucağındaki kitabın
göğsüne deydiğini hissediyorsun
eli sanki kitabın üzerinde
elleri teninde geziniyor
yüzün ısınıyor
canlanıyor sanki kitap
atmaya çalışıyorsun
kalabalık
alıp verirler
diye korkuyorsun
kitabı sinirle
kolunla vücudun arasında
sıkıştırıyorsun
göğsün terliyor
ince gömleğinden sızan ter
kitabı ıslatıyor
boğuyor yazarını
boğuyor yaşanmadan
yazılanları
boğuyor sadece yazmak için
yaşanılanları
kitap eriyor teninle kolun arasında
yalınayak
mendilci bir kız çocuğu
yavaşlatıyor adımlarını
?evimiz yandı be abla??
bir kapkaççı
seninle aynı ritimde yürüyor
açığını kolluyor kurnazca
ten satıcılar
ten alıcılar
ve ten vericiler
aynı yerlerinde
tinerci çocuklar
kararmış üstüpülerini emiyorlar
övünç kaynağı
gazete bulmacaları çözer gibi izlenen
aç aslanın ceylan sürüsünü
avlama belgeselleri
ve sote yatışları
ceylanlar
gibi ürkek
?iyi aile bireyleri?
toplu veya tek tek
başları önde gözleri sotelerde
bir an önce
evlerine ulaşmaya çalışıyorlar
sana çarparak
bir polis sireni
kız kaçıyor
tombalacılar
torbalarını gömleklerine sokuşturuyor
jartiyerli bir ten işçisi
beklediği kapıdan içeri dalıyor
epilasyon sakallı
narin ayakkabılarında
kocaman ayaklarıyla
bir gurup eş-ten-işçisi
mis sokak?tan
tarlabaşı?na koşuyor
birinin
ayakkabısının topuğu kırılıyor
polis arabası
önlerini kesiyor
diğer ekip
arkadan sıkıştırıyor
kalın bağırmalar
ince siren sesine karışıyor
kulak zarın acıyor
hızlanıyor adımların
muhallebicide
üniversiteli gençler
yine tavuk göğsü yiyor
yan vitrininin altında
demirden ızgarasında
yakası mendilli
liseli bir çocuk yatıyor
karşısında
olgunlaşma galerisi
kitap sergisi var yine
kırışıp eskimiş
?kitap imzalama günleri? pankartı
içeride alıcı özlemiyle bekleyen
daha yırtılmamış
daha yakılmamış
?korkuları kadar
kara yürekli insanların?
ellerine geçmemiş
yepyeni kitaplar
saat mağazası
yine erken kapatmış
bitişiğinde turist lokantası
tablo gibi vitrini
kokusuyla sıcaklığı
yüzünü yalıyor
tinerci bir çocuğun burnu
camı kirletiyor
adam kovalıyor
dünya ve fitaş
yine alt yazılı film oynatıyor
asma katlı birahane
ve taksim
(üleşme meydanı)
beyoğlu ve taksim
bir bedende
yürek ve bağırsak
iki ayrı iklim
iki ayrı dünya
ışıklar led lambaları
sıraselviler kavşağından
karşıya geçiyorsun
farları açık bir reno
üzerine geliyor
çarpacak
duralıyorsun
kitaplar elinden fırlıyor
firen sesleri
bağırmalar
reno takla atıyor
beyaz reno yanıyor
sadece reno yanıyor
parçaları meydana saçılıyor
insanlara çarpıyor
insanlar devriliyor
insanlar devriliyor
insanlar devriliyor
caddedeki kitapların
her yaprağı
kelebek gibi uçuşuyor
kaldırıma çarptığın dizinden
kanlar akıyor
herkes kaçıyor
ışıklar görünmüyor
ortalık toz
ortalık can pazarı
sular idaresinin ışıklı gazetesi patlıyor
parçaları kurşun gibi
saplanıyor insanlara
hava yolları reklam panosu
katılıyor seremoniye
onun da parçaları kurşun gibi
saplanıyor
ortalık toz
duman
gülle gibi düşüyor kelebek tozları
yıkılan insanların başuçlarına
isimsiz mermerler gibi
çakılıyor her biri
maksim?in önünden
etap?a koşuyorsun
kazancılar yokuşu?nda
kemalle karşılaşıyorsun
can dostum kemalim
babasının evden attığı günü
anlatıyor cansız bedeni
?sen bu eve layık değilsin
defol?
ölü dudaklarından dökülen
yazdığı son mısralar
yankılanıyor
taksim meydanında
?İstanbul soğuk
üşüyorum
iş ver bana patron
donuyorum
çorap ver
çorba ver
allah belanı vermeden
ekmek ver para ver
evim nerede
pastane ızgaraları
izin ver amca
beton soğuk
üşüyorum
evimin yolunu tutuyorum
beyoğlu?ndan
surdibi?ne
yayan?
sen kemali hiç tanımadın
ağzın kuruyor
dizindeki kan çorabına yapışmış
teninden ayrılmıyor
belediye zabıtaları
bir simitçiyi kovalıyor
simit tepsisi havalanıyor
susamlar uçuşuyor
etap kapısında
bir kadının boynuna geçiyor
simitlerden biri
kadın bağırıyor
simitçi
zabıtalara yakalanıyor
bağırıyor
ellerinden kurtuluyor
simitçi
zabıta arabası
panzer gibi lastikleri
peşine takılıyor simitçinin
simitçi düşüyor
küçücük bedeni
koca lastikler altında
kayboluyor
kelebek tozuna boğuluyor ortalık
gümüşsuyu yokuşu?na doğru
koşuyorsun
yaranı acıtıyor çorap
kültür sarayı?nın ışıkları
dizindeki
kuru kanda oynaşıyor
askeri hastane?nin penceresinde
menenjitli bir çocuk
tanıdık bir gülümsemeyle
el sallıyor
dolmabahçe?den esen
boğaz esintisi
dizindeki kanları yumuşatıyor
ve istanbul teknik
özlemin
karşısında ?yol? apartmanı
kapısına dayanıyorsun
yedi katlı ?yol? un
dokunmadan daha
kapısı açılıyor
okul derslerin uçuşuyor
her basamakta
fiilinden sıfatına
zat?ı şahanelerinden cemine
cemalinden görülene
kemalinden
sır ötesine
en üst kata ulaşıyorsun
kapısında minik bir levha
?haydar?
yazıyor
genelevde aşık olduğu
ten işçisi serap?la evlenmek için
baş ten işçisini yaralayan
liseli haydar
serap açıyor kapıyı
gülüyor
boynuna sarılacaksın neredeyse
elini uzatıyor
yumuşacık elleri
öpüyorsun yüreğinle
bir çift göz
nasıl çizer bu kadar net
insan yüreğini
?elleri korkuları kadar kara insanlar
gelin
yüreklerinizi
ellerinizle kirlenen yüreklerinizi
verin bu ellere
?yok? luğun adıyla korkmadan
ölün birer birer
dudaklarında içmeye özendiği piposuyla
haydar görünüyor kapıda
?gel?
diyor ikisi bir ağızdan
bu güzel tenler
bu can sesleniş
banyodan
ferhan?ın
şımarık bağırmasını duyuyorsun
bu iki tenin
bir damla teri
can-kuşları ferhan
?bitti çıkarın beni banyodan?
uyuşan aklın
yürek atımlarını sıkıştırıyor
ferhan?ı çıkarıp
karga tulumba
atıyorlar seni küvete
sıcacık
deniz fışkırıyor kurnalardan
burada
bu denizde öleyim
?var? bitsin bu küvette
?ben? boğulsun
?yok? luğun adıyla
ferhan gibi
küçücük bornozuma sarınıp
çıkayım buradan
yıkanıyorsun
sakallının dudak ıslatması
kirli kıllı ağdalar gibi
yapışmış gözlerine
permalı
kanlı pedini
boğazına tıkamaya çalışıyor
yazarın gözlerini
temizlemeye çalışıyorsun
bacaklarından
göğüslerindeki kara ellerini
süngerle bastırarak
sökmeye çalışıyorsun
bağırmaları
siren seslerini
susturmak için
kulak zarına kadar sokuyorsun
parmaklarını
tenin yutuyor sabunları
her ne ?var?
üşüşüyor banyoya
tavşan(ım) ın can acısı
karışıyor deniz suyu
banyona
savaş yeri banyo
anahtar deliğini
tıkamaya çalışıyorsun
haydar?la serap
açıveriyorlar kapıyı
her şey duruyor
kelebeğin tele takılan kanatları
ten sırrına erişiyor
ilk
koku geliyor burnuna
?bu koku?
diyecek oluyorsun
dilin dönmüyor
ferhan? ın bornozu
büyük geliyor ten bedenine
sarmalayıp kucaklıyorlar seni
içeride
tozsuz
güneş kanatlı
kelebekler uçuşuyor
-----------------
2005 mayıs "telde kelebek tozları" adlı kitaptan
Oy Ver :
Site Map |
Arsiv |
GoogleBot |
Google |
xml |
dizi |
Webmaster |
Aşk |
xml |
Rss |
- Resimler -
Oyun -
Hadisler -
Dizi -
Geyik -
- Ataturk -
Kaybolan Yıllar -
Sohbet -
Yemek Zamanı -
Komik -
-
Google -
Smf -
vBulletin -
Cep Tel. -
Duyurular -
Secme -
konular-
Son Mesajlar-
Son Konular-
aşk arşivi-
seo arşivi-
Site Arşiv-
Site Haritası-
Video-
Sitemaps txt-
metacafe-
domain sorgula-
Kültür -
Msn Anlık İleti-