BİR AYRILIK HİKAYESİ
Önce,
Kırlangıçlar terketti bu şehri,
Sonra sen.
Hem telgrafın telleri öksüz kaldı,
Hem de ben.
Bir an yağıp da sonra aniden dinen,
Kararsız Nisan yağmurları ağladı önce,
Sonra ben,
İçi yenmiş ayçiçeği kabuğu gibi,
Koparıp attın beni yaşamından.
Masmavi bir sonsuzlukta,
Özgür bir martı gibi yaşamak varken,
Bu kentin meydanında,
Bu kentin insanlarından bir avuç yem bekleyen,
Meneviş boyunlu, duman renkli güvercinlere döndürdün beni.
Tiyatro sahnesinden dökülen replik gibi,
Kaybolup gitti gecelerimden, o akşamcı yıldızlar.
Hem de bir başına bırakıp o Çoban yıldızını.
Nasıl da oturmuş yüreğine,
Bu terkedişin onulmaz acısı.
O da dayanamayıp yapılan bu kemliğe,
Parlak bir iz bırakıp da peşinde,
Gözyaşlarımın çiğ gibi ıslattığı çimenlerin üstüne düştü.
Kaybolan bütün yıldızlara açtı gökyüzü.
Öyle ürkünç bir karanlık sarmaladı ki onu,
Ateş böceklerine bile muhtaçtı gökyüzü.
Darağacı kurulmuş kötülükler meydanına.
İhanet denilen cellat,
Asmak için keyifle bekliyor bütün güzellikleri.
Bense,
Üç vakte kadar kavuşma müjdesi veren,
Kahve fallarından medet umar olmuşum.
Oysa ne güzel günlerimiz vardı,
Aşkımız şu yıldızsız da olsa gökyüzü kadardı.
Kül renkli bulutlara değen başımızda,
Hiç eksik olmazdı kavak yelleri.
Şimdi bütün gülüşlerimi rehin bıraktım ayrılık günlerine.
İndirdi kuyu derinliğindeki simsiyah gözlerini,
Siftahsız kapanan kepenkler gibi gece.
Sen yine dilediğin gibi gez, toz vefâsız,
Dilersen türlü aşklar da yaşa.
Bir gün geri dönersen eğer,
Bil ki,
Sen hâlâ beklenir olacaksın.
İstiridye gibi gönlümü açtığında,
Müstesna bir inci gibi kendini bulacaksın.
İSMET TAHTACIOĞLU/SAMSUN
11.09.1005
İsmet tahtacıoğlu
Şiirle Büyüyen Bir Dünya | http://www.siir.sevdaligul.com